
Belgrad; Sırp'ların tabiriyle Beograd, yani beyaz şehir.
Balkanlar diye adlandırılan bölgede, Sırbistan’ın başkenti olan şehri gezilecek en doğru mevsimin ilkbahar olduğunu baştan söylemeliyim. Zira yazın sıcak, kışları ise o meşhur balkanlardan gelen soğuk hava dalgalarının yoğun yaşandığı yer olduğunu belirtmekte fayda görüyorum.
Tabii biz soğuk havasına aldırmadan kış mevsiminin göbeğinde 23-26 Ocak tarihleri arasında gittik ani bir kararla. Thy’den promosyon bilet bulmamız bu tercihte en etkili sebep oldu. Fakat; ne iyi yapmışız da gelmişiz diyeceğiniz bir ülke Sırbistan.
Ülkemizde çocukluktan itibaren işlediğimiz tarih derslerinde kafamızda oluşan ön yargıların silineceği bir geziye çıktığınıza emin olmanızı isterim baştan. Sırplarla ilgili anlatılan kulaktan duyma efsanelerin hepsi yok olacak burada. İnsanlar gayet samimi, iyiliksever, eğitimli. Birbirimizden hiçbir farkımızın olmadığını gezdikçe yaşayarak göreceksiniz. Sizin Türk olduğunuzu kolayca anlayacaklar çünkü; Sırpça’da kullanılan kelimelerin bir kısmı aynı. Örnek verecek olursam; çurba, bürek, yastuk, megdan… ve birçoğu. Gittiğiniz cafe de sizin Türk olduğunuzu anlayıp Türk kahvesi mi içeceğinizi, ya da çay istediğinizde direkt “Black Tea?” diye soracaklar.
Toplumsal yaşamda herşey çok güzel olacakken bürokraside biraz farklılıkla hoş olmayan bir karşılama sizi bekliyor olabilir. Daha uçaktan iner inmez körükte bekleyen polisler herkese güler yüzle hoş geldin demiyor mesela. Eğer daha önce fazla yurtdışı çıkışınız yoksa, Sırplara göre sakıncalı ülkelere giriş çıkış yapmışsanız pasaportunuzu alıp biraz sizi bekletebiliyorlar. Bütün yolcular indikten sonra size neden geldiğinizi, nerede konaklayacağınızı, dönüş biletinizin olup olmadığını ısrarla tekrar tekrar soracaklar. Siz siz olup sorulara her seferinde sakince cevap verip niyetinizin sadece gezmek olduğunu, tatile geldiğinizi sabırla tekrarlayıp bir an önce gezinize başlamaya odaklanın. Otel rezervasyon belgeniz, dönüş uçak biletinizin çıktısı mutlaka yanınızda olsun.
Bu karşılamalar sadece burada değil bazı ülkelerde karşımıza çıkabiliyor. Terminalden hemen koşar adımlarla kendinizi dışarı atmayın derim, çünkü eğer taksi kullanacaksanız fazla para ödememeniz için özel olarak kurulmuş olan masaya (tourist information deskin karşısında) uğrayarak gideceğiniz yeri söyleyip ne kadar ücret ödemeniz gerektiğini öğrenin ki dışarda bekleyen onlarca taksinin her birinin fahiş fiyatlar çektiği ortamda ne ödeyeceğinizi bilin ve binmeden taksiciyle ödeyeceğiniz para konusunda anlaşın. Yine terminal içinde Tourist Information masasına uğrayarak toplu ulaşım kullanacaksanız hangi otobüse binmeniz gerektiğini ve biraz da harita edinin. Geziniz boyunca faydalı olacaktır.
Para birimi: Sırp Dinarı, yanınızda Euro götürüp çevirmeniz uygun olacaktır. İsterseniz Euro da her yerde geçiyor. Fakat doğru hesaplama için ülkenin kendi para birimini kullanmanız dünyanın her yerinde sizin menfaatinize olacaktır. 1 DNR =0,02 TL (Ocak 2015).
Havalimanı şehir merkezine yaklaşık 20 km uzaklıkta. Taksi ile şehir merkezine ulaşmanız 30 dakikayı geçmeyecektir.
Saat farkı: Türkiye’den 1 saat geride (-1GMT).
Konaklama seçimi için naçizane tavsiyem; Knez Mihailova Caddesi yakınında olması sizin için hem zamandan tasarruf etmenizi sağlayacaktır, hem de yemek için daha fazla alternatif sağlayacaktır. Böyle bir tercih yaparsanız şehir merkezinde gezip görülecek her yere yürüyerek gitme şansınız bulunuyor. Ulaşım aracı kullanmanıza gerek kalmayacaktır, zira şehirde sadece turistik cadde ve noktalarda latin alfabesi veya İngilizce açıklamalar bulunuyor. Toplu taşıma araçlarında dahi anlayabileceğimiz dil ve alfabe kullanılmıyor. Sevindirici bir bilgi; neredeyse herkes İngilizce konuşuyor, bu yüzden hiç zorlanmayacaksınız.
Toplu ulaşım aracı kullanacak gezginlere küçük ama önemli bir bilgi. Pazar günleri şehirde otobüs ve tramvay ücretsiz, değerlendirmekte fayda var. Normal uygulama ise bilet yerine İstanbul kart benzeri bir kart ile biniliyor. Ama durakta beklerken birinden rica ettiğinizde size severek yardımcı olacaktır.
Bilmeden hangisini kullanabilirim diye soracak olursanız eğer tavsiyem şehir içinde ring yapan tramvaylardan, 2 numaralı tramvay genel olarak şehir merkezini daire çizerek dolaşıyor. Yaklaşık 30 dakikada bindiğiniz durağa tekrar gelmiş oluyorsunuz ve yürüyerek gitmeye üşeneceğiniz birçok yeri tramvay sayesinde panoramik olarak görüyorsunuz.
Örneğin; ihtişamlı mimari örnekleriyle üniversite binaları, resmi kurumlar, şehrin pek görünmeyen arka sokakları, duvarlarda rengarenk grafitti örnekleri. Bizim gibi şanslıysanız kar yağarken bu manzarayı görmek bir ayrıcalık olabilir. Sanırım bu genel ama önemli bilgiler faydalı olacaktır. Bundan sonra ise sıra şehirde görülecek başlıca yerlerde.
Gezilecek yer konusunda sizlere önemli tavsiyelerim olacak. Gittiğimiz şehirde ilk olarak şehir merkezini gezmeyi tercih ederiz, doğal olarak.
Biz; ilk günümüzü şehre yaklaşık 50 km uzaklıktaki gezilecek yerlerle başladık. Enerjimiz yerindeyken uzak yerleri bitirip sonra şehir merkezini gezmeyi tercih ettik. Sayfamda sizlere gittiğiniz yerleri nasıl gezerim seçenekleri içinde genellikle tavsiye ettiğim gibi yaptım. Otele gider gitmez şehir merkezi dışında görülecek yerler ile ilgili herhangi bir kolaylık hakkında bilgi aldım. Otelimizin güler yüzlü, samimi bütün çalışanları ise bizlere günlük turlar yapan Profesyonel Rehber Stevan’ın hazırlamış olduğu turları önerdi. Kendi aracıyla gezdiriyor, İngilizce anlatım yapıyor ve çok da güzel yapıyor işini. Kendi şahsi aracına dört kişi alıyor ve seçtiğiniz gezi programını gerçekleştiriyorsunuz. Bizim gibi dört kişilik bir araca sığmayacaksanız eğer, eşi Vasi giriyor devreye ve iki araçla arka arkaya Stevan’ın teknolojiyi kullanarak yaptığı anlatımlarla güzel bir gün geçiriyorsunuz.
Gitmeden önce yaptığım araştırmalar ve rehber arkadaşlarımdan aldığım tavsiyeler sonucunda görmek için ilk sıraya koyduğum yani tabiri caiz ise GÖRMEDEN DÖNME köşeme aldığım; SREMSKI KARLOVCI, PETRO VARADIN, NOVI SAD ve ZEMUN’u görmeden dönmeyecektim.
Biz bu tur programını gayet makul bir fiyata tabii iki araç olduğumuz için yapabildik.
ZEMUN: İlk durağımız şehir merkezine yakın bir mesafede bulunan Zemun kasabası oldu. Buraya Belgrad şehir merkezinden toplu ulaşımla da gelmek çok kolay. Zemun’u gezmeye başlamak için çok yüksek olmayan bir tepeye inşa edilmiş ve Tuna ve Sava Nehirlerindeki askeri adaları gözetlemek amacıyla yaptırılmış olan bir gözetleme kulesine ulaştık. Kırmızı renkte tuğla ile örülü kuleye çıkılmıyor fakat bulunduğu tepe şehre hakim bir noktada. Şehrin bütün yapısını buradan anlamak mümkün. Şehir Yugoslavya döneminde kurulmuş, daha sonra Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’a yaptığı seferlerde kuşatılmış Osmanlı hakimiyetine girmiştir.
Şehrin sokaklarında dolaşırken halen daha Osmanlı’nın yapmış olduğu taş döşeli yollar orijinal şekliyle kullanılmakta. Daha sonra yapılanlarla karşılaştığımızda aradaki farkı anlayacaksınız. Bu bölgede bazı evlerin önünde üzerinde harflerin bulunduğu parke taşlarına rastlamak mümkün. Bu taşların üzerindeki harfler önünde bulunan ev sahibi tarafından özel olarak yaptırılmakta ve kendi isim ve soyadının ilk harflerini taşıyor. Çok özel bir durum. Tepeden aşağıya evlerin arasından yürürken bu manzaralarla karşılaşmak mümkün. Şehrin içine indiğinizde sivil mimarinin orijinalliğini koruduğunu görüyoruz. İbadethaneler kısmına geldiğimizde ise dini inanış gereği kiliseler bütün ihtişamı ile karşımıza çıkmakta. Bu ibadethaneleri rahatça dolaşabilirsiniz.
Yürüyüşümüz esnasında sokak köşelerinde kurulmuş olan su pompalarıyla karşılaşıyoruz. Bunlar insanların su ihtiyacı için yapılmış mekanik sistemler. Yürüyüşümüzün sonunda Tuna Nehri kenarında bulunan cafe ve restoranların bulunduğu caddeye iniyoruz. Bu sırada bir çok restaurant ve cafe sıralanmış durumda girip nehre karşı bir kahve içmek iyi geliyor.
TUNA NEHRİ: Yıllarca ülkemizde Karadeniz Bölgesini anlatırken bahsettiğim nehri artık bütün heybetiyle karşımdaydı. Kavuşmuştuk ama özlemle değil. Sadece merak ediyordum, Karadeniz’e tonlarca su ve tabii beraberinde atık getiren bu büyük nehri. Üzerinde deniz misali iskeleler kuracak kadar büyük, yük
gemilerinin üzerinde yol alacağı kadar geniş bu nehir; Almanya’nın güneyinde Donaueschingen kasabasında doğar ve 2857 km yol alarak Karadeniz’e dökülür.
Havzası bakımından Avrupa’nın Volga Nehrinden sonra ikinci sıradadır. Tabii bu büyük nehri besleyen büyük kollar vardır ki bunlar Prut, Drava, Sava, Siret ve Inn nehirleri. Sava Nehri’ni Belgrad’da Kale Megdan’dan göreceksiniz. Kaynağından itibaren denize dökülene kadar 10 tane ülkeye hayat vererek yol alır Tuna. Bunlar, Almanya, Avusturya, Slovakya, Macaristan, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan, Romanya, Moldova, Ukrayna. İngilizce Danube olarak anılan nehir geçtiği bölgelerde karşımıza; Dunav, Dunare, Dunay, Donau, Donava ve Duna olarak çıkacaktır.
Zemun’dan ayrılarak 60 km uzaklıktaki Sremski Karlovci şehrine yaklaşık bir saat sonra ulaşıyoruz. Gezi programımıza sadece şehir merkezlerindeki noktaları değil ücra köşelerde bulunan ama bölgenin önenli dini yapıları olan manastırları da aldık. Özel araçla ve rehber eşliğinde gittiğimiz için kolayca ulaşım sağlayabildik fakat toplu ulaşımla gelmeye kalkıldığında zor ulaşılabilecek noktalar.
İlk durağımız, Krusedol Manastırı. Bölgedeki en eski ve en büyük manastır. Tabii bugün çok büyük bir kapasitesi yok. Sahip olduğu alan bakımından tarihte önemli bir yere sahip olduğunu öğreniyoruz. Kuşatmalardan önce 16km lik bir çevre duvarı ile sarılı bu manastırın bugün ki alanı sadece 1 km. Kırmızı renkte tuğla ile örülü duvar ve kapıdan içeri girildiğinde karşımıza her manastırda olduğu gibi kilise ve barınma alanları çıkıyor. Rahatça geziyoruz burayı.
İkinci durağımız ise; Grgeteg Manastırı. Bu manastır da yine bugün faal olan ve içinde 40 bayan rahibe ve öğrencinin yaşadığı bir yer. Küçük bir köyde bir dağ eteğine kurulmuş olan manastır kendi gelirini kendisi sağlıyor. Ürettiklerini satarak. Burada da bir kilise görüyoruz, gittiğimiz her yerde ibadethanelerden bahsediyoruz. Sanmayın ki hepsi birbirinin aynısı. Mimari olarak aynılar fakat bugün hala aktif oldukları için içlerinde barındırdıkları eserler bakımından büyük farklılıklar göstermekteler. Bunlara örnekler ise; duvarlarındaki freskler, pençelerdeki rengarenk vitray simgeler ve içlerindeki ikonalar. Her biri görülmeye değer.
Manastır gezilerimiz sonrasında Karlovci şehir merkezine ulaşıyoruz. Bu şehrin ismi sizlere de bir yerden tanıdık gelecektir. Osmanlı’nın tarihte ulaştığı en büyük sınırlardan artık toprak kaybetmeye başlayacağı Antlaşma olan Karlofça Antlaşması bu şehirde tepe noktada bulunan bir şapelde imzalanmıştır. Tarihi ise 1699, Bizler sadece Karlofça Antlaşması olarak anıyoruz fakat Sırbistan’da Barış Antlaşması olarak nitelendiriliyor.
Günümüzde etrafı çevrili ve girme imkanı bulamadığımız sarı renkteki şapelin olduğu tepeye gidip sadece fotoğraf çekip tekrar şehir içine iniyoruz. Şehir meydanında eski Yugoslavya döneminden kalma büyük ebatlarda inşa edilmiş yapılar dikkatimizi çekiyor. Genellikle sarı renkteler. Bunlar, askeri ve üniversite binaları.
Şehrin küçük olan meydanına ulaştığımızda ise aslanlı bir çeşme, katedral ve Gymnasium yapıları karşılıyor bizleri. Bu meydan en az 350 yıldır hiçbir değişikliğe uğramadan olduğu gibi durmakta. Bunun kanıtı ise katedralin duvarında asılı olan ve 1699 Karlofça Antlaşmasından sonra çizilmiş bir tablo oluyor. Ebatları büyük bir tuvale çizilen resimde; sarı renkli büyük bir bina önünde toplanmış yüzlerce insan sevinçli bir ifade taşıyor. Hemen aslanlı çeşmenin sol tarafında, bu topluluk arasında bir kişi dikkatimizi çekiyor. O kadar insanın olduğu topluluğun en ön sırasında iki kişi birbiri ile kucaklaşıyor. Birinin kafasında kırmızı bir fes bulunmakta. Kucaklaştığı kişi ise Avusturya-Macaristanlı. Arkalarında ise bir Sırp vatandaşı bulunmakta. İşte 1699 yılında imzalanan antlaşma sonrasında insanların içinde bulunduğu durumu, gelen barışın estirdiği havayı anlatan bu resme bakıp dışarı çıktığımızda tablodaki yapıların olduğu gibi aynı yerlerinde durduğunu daha iyi fark ediyoruz.
Katedral içinde şans eseri bir çiftin kilise nikahına denk geliyoruz. Bir kenardan seyredip fotoğraflarımızı da çekerek çiftin mutluluğuna şahitlik ediyoruz. Meydanda bulunan diğer bir yapı ise; bahçe içinde yine sarı renkli ir bina. Burası da bir dönem dil merkezi olarak hizmet vermiştir. Bugünkü Sırp dilinin çalışmaları
burada yapılmış. Yugoslav, Avusturya, Macaristan ve Osmanlı etkisinde kalan ülkede dil çalışmaları yapılmış ve günümüzde ortak kelimelerimizin de olduğu bir yapı ortaya çıkmıştır. Her köşe başında rastlayacağımız Pekaralar bulunmakta. Pekara küçük fırın anlamına geliyor. Bir pekaradan içeriye girip Türkçe börek dediğinizde emin olun ne istediğinizi anlayacaklardır, zira Sırplar bürek diye adlandırıyor çok sevdiğimiz bu hamur işini. Karlovci küçük fırınları ile de ün yapmış bir kasaba. Denemeden gidemezdik, öyle de yaptık. Et içeren ürünleri alırken eğer domuz eti yemiyorsanız mutlaka belirtmek gerekiyor çünkü domuz eti kullanımı çok yaygın. Biz patatesli olanını denedik. Tek kelimeyle mükemmeldi. Patatesin lezzeti ve bolluğu bizi çok şaşırttı. Afiyetle yedik. Artık buradaki gezimiz akşam yemeğine kadar bitti. Sırada Petro-Varadin var. Petro; Yunanca Taş demektir. Adı üzerinde taştan bir kale gibi yapılan ve bugü otel olarak kullanılan Petro Varadin'e çıkıyoruz. Nehir kenarında inşa edilmiş olan bu kalenin tam karşısında Novi-Sad şehri bulunmakta. Biz vardığımızda hava kararmıştı ve ışıklandırması güzel yapılan şehre karşı sıcak kahvelerimizi burada bulunan manzaralı cafelerde içme şansını bulduk. Birçok su yolu veya deniz kenarında inşa edilmiş kalede olduğu gibi burada da nehre ulaşan tüneller bulunmakta. Akşam olduğu için derinlere inme şansımız olmadı. Kalede bir de saat kulesi bulunmakta. Dikkat edip kuledeki saat ile kendi saatinizi karşılaştırdığınızda bir şey farkedeceksiniz ki o da saatin akrebinin yelkovan görevi yapmasıdır. Saatin yanlış olduğunu düşünmeyin. Bu olayın kimler için faydası olabilir diye düşünürseniz eğer; Tuna Nehri üzerinde yolculuk yapanların en azından saatin kaç olduğunu rahatlıkla görmeleri için böyle yapıldığı rivayetler edilmekte.
NOVI-SAD: Tuna Nehri üzerindeki köprüyü kullanarak Novi-Sad şehir meydanına ulaşıyoruz. Burası 300.000 nüfusuyla Belgrad'dan sonra ikinci büyük şehir. 17. Yüzyıl'da kurulan şehir Belgrad' a nazaran daha sakin ve düzenli. Belgrad'dan tren ile veya otobüs ile ulaşabilirsiniz. Şehre geldiğimizde şehrin en turistik yeri olan Özgürlük Meydanına ulaşıyoruz. Hem mevsimin etkisi hem de akşam olması nedeniyle oldukça sakin olan meydanda Azize Meryem Kilisesi, Ulusal Tiyatro binası, Svetozar Miletic heykelini görüp fotoğraflıyoruz. Miletic Novi-Sad'ın eski belediye başkanlarından, heykel ise bronzdan.
Meydanın karşısındaki trafiğe kapalı caddede mağazalar bulunmakta. Caddenin sonunda ise bir Sinagog yer alıyor, ibadet saatine denk geliyor ve seyretme şansı buluyoruz. Artık bugünkü keyifli ve bilgi dolu gezimiz sonrasında acıktığımızı hissederek rehberimiz Stevan'a bizi en lezzetli etleri yiyebileceğimiz bir restorana götürmesini rica ediyoruz.
Gündüz gezdiğimiz Karlovci'de Aslanlı çeşmenin tam karşısında bulunan küçük bir restorana götürüyor bizi. Ülkede porsiyonlar normalin üzerinde büyük olduğu için size önceden söylemem gereken tek şey iki kişi iseniz herşeyden mutlaka bir porsiyon söylemeniz olacaktır. Yemekler cok ucuz çekinmeden yiyebilirsiniz.
Kişi başı en fazla 20 TL'ye tıkabasa doyacaksınız. Yerli biralar ve meşhur şarapları da burada denenmesi gereken tatlardan. Tabii yemek sonunda leziz yemeklerle doymuş olmanın verdiği keyifle şehirden ayrılarak Belgrad' a dönüyor ve verdiği bilgilerden ve özverili hizmetlerinden dolayı Stevan ve eşi Vasi'ye teşekkür ediyoruz. Gezimizin bu ilk gününü sizlerle paylaşmak için sabırsızlandığım için Belgrad gezimizi bölüm bölüm yayınlamayı uygun buldum. Devam edecek.....
Yorumlar(0)